Gönüllerimizde ebediyyete kadar yaşatacağız…

Yayınlanma Tarihi :

Eğitimci-Yazar İbrahim Dinç yazdı…

 

“Şehîd kanlarıyla yoğrulu ‘Ayyıldızlı Bayrağımız’ önce Çalab’ın tahtı gönüllerimizde ve daha sonrada Şehîd kanlarıyla yoğrulu Aziz Vatanımızın tüm zerresinde dalgalanmalıdır.”

Tarihe şeref tâcı büyükler anılırken,

Yükselmede ruh  en yüce âlemlere yerden.

Bir rayihanın feyzi sarar ruhu derinden,

Geçmiş gibi, cennetteki gül bahçelerinden.

Mehmed Âkif merhumu anlatmaya aciz kalan ve ruhumuzun ufkunu aydınlatan bu mısralar bir bahar sabahı gibi gönlümüzde doğuyor.

İslâm ahlâkını hayatına düstur edinen Âkif merhum, şahsını değil, şahsiyetini bile tevazu perdeleri altında gizlemeye ve hatta manzumelerinin neredeyse her mısrâ’ında, hayatta hiçbir iş yapmadığını, sessiz yaşayıp, kimse tarafından bilinmediğini ifade etmeye çalışmıştır.

Âkif merhumun Safahat’ını inceleyenlere dehşet veren bu içli terennümünü ve gözyaşı pınarımızı çoşa getiren hazin bir parçasını gönlümüzde yâd edelim:

Ben böyle bakıp durmayacaktım, dili bağlı,

İslâm’ı uyandırmak için haykıracaktım.

Gür hisli, gür imanlı beyinler, coşar ancak,

Ben zâten uzun boylu düşünmekten uzaktım!

Haykır! Kime, lâkin? Hani sâhipleri yurdun?

Ellerdi yatanlar, sağa baktım, sola baktım;

Feryâdımı artık boğarak, na’şını tuttum,

Bin parça edip şi’rime gömdüm de bıraktım.

Seller gibi vâdîyi eninim saracakken,

Hiç çağlamadan, gizli inen yaş gibi aktım.

Yoktur elemimden şu sağır kubbede bir iz;

İnler ‘Safahat’ımdaki hüsran bile sessiz!

 

Toprakta gezen gölgeme toprak çekilince,

Günler şu heyûlâyı da er, geç, silecektir.

Rahmetle anılmak, ebediyyet budur amma,

Sessiz yaşadım, kim beni, nerden bilecektir?

Âkif’in âteşli feryâdını DUY!

“Her gazâ, güttüğü dâvâdan alır kıymetini” der büyüklerimiz. Burada anlaşılan şudur:

İslâm fertlerin olduğu gibi cemiyetlerin, cemiyetlerin olduğu kadar bütün Müslüman toplulukların, hattâ bilumum insanlık âleminin hayatı ve mukadderatı demektir.

Bu itibarla Âkif, kendi şahsi hislerini terennüm eden bir şâir olmaya razı olmuyor. Kendi memleketiyle birlikte, koca bir İslâm âleminin ve bütün insanlığın acı ve ızdıraplarını haykırmak istiyor.

Mehmed Âkif, bundan böyle, sadece bir şâir olarak incelenmekle kalmayacaktır. Bugüne kadar hiçbir şâire nasib olmayan, hayranlık derecesine varan bu sevginin felsefesi yapılarak, bayraklaşan idealinin ruhu işlenecektir.

Âkif merhumu senede bir gün değil, O’nun mefkuresi her daim gönül iklimimizde hayat bulmalı ve tüm vatan sathında yeşermelidir.

Bu vesile ile 1973 senesinde Üniversite öğrencisi adayı iken dinleme şerefine nail olduğum Merhum Safahat Hafızı Ömer Çam Hocam’ı, M.Ü. İlâhiyat Fakültesi Vakfı Mehmed Âkif Araştırmaları Merkezi Müdürü Merhum M. Ertuğrul Düzdağ Hocam’ı, Merhum Ali Ulvi Kurucu Hocamı ve Âkif Bey’in en yakın dostları olup, O’nun fikir ve dâvâsını nesillere sönmeyen bir meş’ale gibi dosdoğru intikal ettiren Hasan Basri Çantay, İhsan Efendi, Eşref Edip, Midhat Cemal, Mahir İz, Fuad Şemsi, Nurettin Topçu, Ali Nihat Tarlan’ı rahmetle ve minnetle yâd ediyorum.

“Zaferlerin en şereflisi insanoğlunun gönlünü fethetmektir.”

Ne bahtiyarlıktır ki Cennet Vatanımızın her köşesinde Âkif meşalesi yanmakta ve yanan o meşale gönüllerimizi aydınlatmaktadır.

Bir şâire, Peygamberimiz, himmet ederse,

Mahkûm edemez hâdiseler rûhunu ye’se.

Hicrânzede leylâsını gurbette bulur da,

İmdâdâ koşar, ufku mezarlar dolu yurda.

 

Âkif bu büyük hasreti ruhunda yaşattı,

İlhâmına sonsuzluğun eb’adını kattı.

Coştukça denizler gibi hisler can evinde,

Yanmıştı bütün varlığı, imân alevinde.

Aslında Âkif merhumu anlatmaya kelimeler ve sayfalar kifayetsiz kalıyor.

Merhum Ârif Nihad Asya Hocamdan iki dörtlükle anlatmaya devam edelim:

MEHMED ÂKİF ERSOY

-Fevziye Abdullah Tansel’e-

Şi’rin, bizi yazmıştı hayâtında senin!

Millet, baba kaybetti vefâtında senin!

Hâlâ okuruz ağlayarak kendimizi,

Ey ölmemiş Âkif Safahat’ında senin!

 

MEHMED ÂKİF ERSOY

-Milâdî 570-

En çok biri söylenir, fakat, üç adı var;

Hep kutlu isimler ve güzel ma’nâlar.

Birlikte hesaplanınca, zaten her üçü,

Peygamber’inin doğduğu târih çıkar.

1873 yılında doğmuştu. 63 yaşında bulunuyordu. Hastalığı ilerleyip de öleceğini anlayınca, şöyle demişti:

“Ne mutlu bana, Peygamber’imin yaşında öleceğim.”  Rahmetle ve minnetle anıyorum.

Satırlarımı Merhum Osman Yüksel Serdengeçti Hocamın yazdığı şu satırlarla noktalayalım:

“Acaba hangi kelime, hatta isim, annem babam da dahil, bana Âkif’in ismi kadar dokunuyor! Hiçbiri… Hiçbir kimse bu vefalı memleket evlâdı kadar bende sevgi ve saygı uyandırmamıştır. O, gönüllerimizin rakipsiz sultanıdır. Ona “Bizim Âkif’imiz” diyoruz. Tıpkı “Bizim Vatanımız“ der gibi.

Âkif merhumun yakın dostu ve uzun yıllar kendisiyle beraber bulunan Eşref Edib Bey’den:

Eskiye kayıtsız bağlı değildi. Yeniye de körükörüne taraftar değildi. Düstûru şu idi: “Eski, eski olduğu için atılmaz, fenâ olursa atılır. Yeni, yeni olduğu için alınmaz, iyi olursa alınır.” Çok hür fikirli ve müsamahakâr idi. Geniş düşünürdü. Onun müsamaha etmediği yalnız bir şey vardı: Dini…

Mehmed Âkif merhuma ve tarihimize nakşolmuş tüm kahramanlarımıza Rabbımdan gani gani rahmetler diliyorum. Onları asla unutmayacağız ve gönüllerimizde ebediyyete kadar yaşatacağız.

 

Basın No: