DOLAR 32,4573 % 0.23
EURO 34,6777 % 0.2
STERLIN 40,5460 % 0.1
FRANG 35,2573 % 0.09
ALTIN 2.390,25 % 0,42
BITCOIN 57.479,03 -6.912

BAĞDA HAYMADA YATTINIZ MI?

Yayınlanma Tarihi : Google News
BAĞDA HAYMADA YATTINIZ MI?
0

Urfa’da yaz ayları başlamadan bütün evlerde bir hazırlık başlardı. Şimdiki gibi tatile çıkmak kültürü yoktu.Bütçesi uygun olan ailelerin şehir dışında bağı ya da bahçesi olurdu. Yaz mevsimini geçirmek için aileler,bağına ya da bahçesine giderdi. Bu nedenle hazırlık yapılırdı. O günlerde insanlar “ ne zaman tatile çıkıyorsunuz? Sorusu yerine “ bağa ne vahıt çıhisiz ? Sorusunu sorardı. Bağa giden aileler, bağının içinde oturmazdı. Bağa yakın boş bir alanda komşuları ile birlikte “ oba” oluştururlardı. Oba düz bir alanda kurulan derme çatma evlerin oluştuğu toplu yerleşim alanıydı.
Benim dedemin bağı Bozova’ ya bağlı “ Şemsik” köyündeydi. Tahmini 8-10 aile ile birlikte bir “ oba” kurmuşlardı. Bağlarda ailelerin yalnız oturmama nedenine gelince; elektrik yok, su yok, güvenlik yoktu. Bu nedenle, bağı birbirine yakın olanlara ” bağ komşusu” denirdi.Obada; evler önceden belirlenen yere ağaç dallarından yapılırdı. Direklerden yapılan bu evlere “ hayma” derlerdi. Tavanı ve yan duvarları güçlü direklerden yapılırdı. Yan duvarlarına ve tavanına”çığ” çekilir, evin dışı ve tavanın üstü kurutulmuş biyambalı( meyan ) bitkisinin yaprakları ile kapatılırdı. Çevresi dışarıyı göstermeyen bu ot duvarlardan serin hava girerdi.
Aydınlanmak için fanus( Fener) gaz lambası ya da lüks kullanılırdı. Buz dolabı olmadığı için sebze ve meyveler bozulmaması için, toprak 50 cm derinlikte kazılır,içindeki toprak boşaltılır, çukurun içi çamur sıvası ile sıvandıktan sonra, çukurun üstüne çöplerden tavan yapılırdı. Sebze çukurunun tavanı yaprakla kapatılır, üstüne toprak konur, bir elin gireceği kadar bir açıklık bırakılırdı. Sebzeler bu çukurda toprağın serinliği sayesinde bozulmazdı. Hava sıcaklığının 45 derece olduğu , temmuz, ağustos aylarında, soğuk su içmek için, su küpleri toprağa gömülür, sadece kapak bölümü açıkta bırakılırdı.
Yemek pişirme genellikle ocakta yapılırdı. Ekmek yapmak için bağ çirpisi ve tezek kullanılırdı. Sabah Güneş doğmadan, sıcak ekmek kokusu bütün obaya yayılırdı. Komşu kızları, elleri yana yana komşuya sıcak ekmekleri götürürdü. Çay için gaz ocağı kullanılırdı. Bağdaki bu yaşam mücadelesinin en zoru su ihtiyacını karşılamaktı.Çünkü ne bir dere, ne bir göl ne de çeşme vardı. Obalara bir saat belki daha çok uzaklıkta kuyular vardı. Bütün su ihtiyacı bu kuyulardan sağlanırdı. Yedi sekiz aileden oluşan obadaki komşuların hepsi, kendi bağlarına yakın bir yerde olmanın rahatlığı ile mutluydu. En önemli sorun suya ulaşmaktı.Bu nedenle her ailenin mutlaka bir eşeği olması gerekiyordu.En az iki tane bazen dört ve daha fazla su tenekesi veya özel yapılmış “saka” “dedikleri yeşil renkli bidonları gerekirdi. Bundan başka; kova, kendir, büyük bir huni bir de suyu süzmek için tülbent gerekliydi.
Su taşımak için uygun olan saat güneş doğmadan önceki saatlerdir. Çünkü sıcakta suya gidilirse kuyudan su çekenler zorlanırdı. Aynı zamanda eşekler sıcakta çok yorulmuş olurdu. Suya genellikle oba sakinleri birlikte giderdi. Sabah erkenden kalkan gençler,eşeklerine tenekeleri yükler, eşeğe biner eğlence ile suya giderlerdi. Giderken eşeklerin sırtında su olmadığı için daha hızlı gidilirdi.Kuyunun başına gelince kovalar kuyuya sallanır. Derinliği 10-15 metre olan kuyulardan çekilen su ile önce el yüz yıkanır, sonra eşeklere su verilirdi. Kuyu başında “yalak”varsa( taştan oyulmuş küçük su havuzu) su yalağa dökülür, yalak yoksa eşeklere kovadan su içirilirdi. Eşeklerin kafasına serinlemeleri için su dökülürdü. Bağ kuyularının dolabı ( çıkrık ) yoktur. Herkes kendi kovasını ve ipini getirirdi. Kuyudan su çekme sıra ile yapılırdı. Aynı anda bir kuyudan anda ancak iki kişi su çekebilirdi. Kuyuya iki kovadan fazla sallanırsa kovaların ipleri dolaşır, su çekmeyi tehlikeli hale getirebilirdi. Kuyuya sarkıtılan kovanın ipi birer kulaç olarak çekilir, çekilen ip geri atılırdı.Kova çıkınca,büyük huni ile su tenekeleri doldurulurdu.Suları yükleme işi yardımla yapılırdı.Eşeğin iki tarafına konan büyük heybelere( sırga) yerleştirdi ya da demirden yapılmış özel taşıyıcılara yerleştirilirdi. Eşeğin üzerine konan su tenekeleri ,iki tarafa eşit ağırlıkta koyulmak zorundaydı.. Denge sağlanmazsa teneke düşerdi. Bazen su tenekeleri delinir, su akmaya başlardı. Tenekelerdeki delikleri kapatmak için” kara sakız” kullanılırdı. Yani onarım işi anında çözülürdü.
Kuyu suları her zaman temiz olmazdı.Kuyudaki su miktarı azalırsa; suda kurt, toz, böcek hatta kurbağa yavruları olabilirdi. Bu nedenle beyaz bir tülbent parçası huninin içine konur, su süzülerek tenekelere doldurulurdu. Bütün komşuların su doldurma işlemi bitince ,suları eşeklere yükleme işi yardımlaşarak yapılırdı. Suya giden kafile birlikte yola koyulur bir saatlik yoldan sonra su obaya ulaşırdı. İçme suyu küpe doldurulur , diğer işler için kullanılacak su tenekede kalırdı.Bu denli susuzluğun yaşandığı yer Fırat Nehri’ ne 15-20 km uzaklıktaki bir köydür. O günlerde bu suyu kanallara taşımak barajlarda biriktirmek kimsenin aklına gelmiyordu.
Aklımda kaldığı kadar 1960’ lı yıllarda su sıkıntısı hat safada idi.Bu susuzlukta bağlarda; üzüm,fıstık yetiştirip satmak isteyenler, yazın bu zorluklara katlanmak zorundaydı. Yetiştirdikleri ürünleri 3-4 saat süren bir yolculukla eşek ile şehire götürüp satarlardı. Sıcaktan; insanların, eşeğin ve satılacak ürünün etkilenmemesi için ,gece yarısı saat ikide yola çıkılır, beşte şehire ulaşılırdı.Ürün bozulmadan Mevlevihane’ deki hampalara ulaştırılırdı.Öğlenden sonra tekrar yola çıkılır, karanlık olmadan obaya ulaşılırdı. Yollar, sadece Ay ışığı ile aydınlandığı için, yolcuların güneşin batma vaktini iyi bilmesi gerekiyordu.
Televizyon olmadığı için obada komşular geceleri kendi aralarında şakalaşır, türkü söyler , oyunlar oynardı. Gündüzleri bağ işlerini imece usulü ile yaparlardı. Üzüm kesmek, pekmez kaynatmak, şire yapmak, ekmek yapmak için biribirine yardım ederlerdi.
Suyu biten komşu olursa ,komşusundan su isterdi. Suyu temin etmek bu kadar zahmetli olmasına rağmen, su ödünç verilmezdi. Bu zor şartlarda bağı olanların misafiri de eksik olmazdı. Urfalı yemez yedirir, kendi çulda yatar, misafirini döşekte yatırır. Gece, sırsır seslerini, inek seslerini, kuzuların çıngıraklarını duyarken ay ışığında yıldızlara baka baka uyuduğunuz geceler oldu mu?

Edibe Kahya( Aydın)

YORUM YAP