
Her gün canı pahasına görev yapan polislerimizin yaşadığı adaletsizlikler artık görmezden gelinemez.
Trafikte, asayişte, meydanda, bayramda, yağmurda… Her şartta görev yapan Türk polisi, yalnızca vatandaşın değil, devletin de yükünü sırtlamış durumda. Ancak buna rağmen, Avrupa’da ve dünyada saat bazında en düşük ücret alan polis, ne yazık ki Türk polisidir.
Ülkemizde kamu çalışanlarının fedakârca görev yaptığını hepimiz biliyoruz. Ancak özellikle emniyet teşkilatında görev yapan polislerimizin yaşadığı bazı uygulamalar artık hem adalet duygusunu hem de çalışma motivasyonunu zedeliyor.
Haftalık mesai saatleri dışında yapılan ek görevlendirmeler, kanunen hafta sonu ve tatil günlerinde farklı katsayılarla ücretlendirilmesi gerekirken, her şey tek kalem altında toplanarak sabit bir “fazla mesai ücreti” adıyla ödeniyor.
Cumartesi günü için 1.5, pazar günü için 2 kat ücret verilmesi gerekirken, bütün fazla çalışmalar tek kalemde eritiliyor. Bu durum hem emeğe saygısızlık hem de eşitliğe aykırı bir durumdur. Her görev saat bazında hesaplanmalı, gece ve bayram nöbetleri de kanun ne diyorsa o şekilde ücretlendirilmelidir.
Bir diğer önemli sorun, ek görevlendirmelerde şeffaflık eksikliğidir. Kimin hangi görevde, hangi ölçüte göre görevlendirildiği belli değildir. Aynı isimlerin sürekli görevlendirmelere yazılması veya kişisel yakınlıklara göre görev dağıtılması, çalışma barışını bozmaktadır.
Eşi de kamu görevlisi olan ailelerde durum daha da ağırdır. Polis, jandarma, asker veya sağlık personeli eşlerin aynı anda göreve yazılması, evde küçük çocuk varsa dahi hiçbir mazeret kabul edilmemesi, aile düzenini altüst etmektedir. Devletin, çalışanlarının aile bütünlüğünü koruması gerekirken, bazı birimlerde bu konuya hiç dikkat edilmemektedir.
İl içi atama ve yer değişikliklerinde de benzer bir keyfilik söz konusudur. Amir inisiyatifine bırakılmış, gerekçesiz, bazen kişisel sebeplerle yapılan değişiklikler, personelin motivasyonunu kırmaktadır. Keyfî uygulamalar, adalet duygusunu zedeler.
Bazı yöneticilerin mobbing denilebilecek tutumları da hâlâ ciddi bir problemdir. Bu durum hem moral bozukluğuna hem de kuruma olan aidiyet duygusunun azalmasına yol açmaktadır.
Bir diğer önemli konu da büyükşehirlerde çalışan personelin yaşam maliyetidir. Kira fiyatları maaşın neredeyse yarısını götürmekte. Bu nedenle, büyükşehirlerde görev yapan personele ek kira desteği verilmesi hem mantıklı hem de gereklidir.
Ayrıca, gece mesaisinde çalışan personelin aynı maaşı alması da adil değildir. Gece çalışan bir personel, hem sağlık hem sosyal yaşam açısından çok daha fazla yıpranmaktadır. Bu nedenle, gece çalışanlara ek yıpranma payı ve ek ücret verilmesi şarttır.
Tüm bu sorunların üzerine bir de farklı şehirlerde hâlâ farklı sistemlerin uygulanıyor olması ekleniyor. Genelgede tüm çalışma düzeninin 12-36 sistemi olarak belirlenmesine rağmen, hâlâ “çakma 12-36”, “8-24”, “12-12”, “12-24” gibi karmaşık sistemler uygulanıyor. Bu durum çalışanları yormakta, bir standart oluşmasını engellemektedir.
Ancak en dikkat çekici ve rahatsız edici noktalardan biri de maaş adaletsizliğidir.
Bugün aynı devletin personeli olan zabıta, öğretmen, hemşire hatta temizlik hizmetlerinde çalışan personel dahi, saat bazında değerlendirildiğinde polisten daha fazla ücret almaktadır.
Polis; gece gündüz, yağmur çamur demeden, kimi zaman canı pahasına görev yaparken aldığı ücret, bu yükün karşılığı değildir.
Üstelik işin bir de psikolojik yönü vardır:
Polis, kanunun kendisine verdiği yetkiyi kullanmaktan korkar hâle getirilmiştir. Her adımda “ya şikayet edilirse, ya soruşturma açılırsa” korkusu yaşamak, görevini yapan bir memurun en büyük düşmanıdır. Bu korku, devletin güvenlik gücünü etkisizleştirir, vatandaşı da mağdur eder.
Artık bu durumun bir an önce masaya yatırılması gerekiyor.
Polis, kanunun verdiği yetkiyi özgüvenle kullanabilmeli, aldığı maaş emeğinin karşılığı olmalı, ek görevlerde adalet sağlanmalıdır.
Çünkü huzurun ve güvenin teminatı olan bu insanlar huzursuzsa, o ülkenin huzuru da uzun süreli olamaz.


